4 Nisan 2014 Cuma

TİYATRO EĞİTİMİ ÜZERİNE TEZLER 1: KAHT-I RİCAL

Osmanlı'nın son dönemlerinde, özellikle Sultan Reşad döneminde en büyük eleştirilerden biriydi kaht-ı rical.

Carl Ebert
Kaht, kesilmek; rical ise, adam demek. Birebir çeviride pek bir şey ifade etmiyor, ama adamsızlık, adamın kalmaması anlamında ve daha çok devlet adamları hakkında olmak üzere, alttan yetişen devlet adamı olmaması anlamında kullanılıyordu. Osmanlı'nın son dönemlerinde bu kriz iyice büyümüştü. Kaht-ı rical de bir terim olarak böylece literatüre geçmiş oldu.

Sonraki yıllarda, özellikle ayrıcalıklı kabul edilen üç alanda, yani tıbbiye, mülkiye ve harbiye de, Osmanlı'nın geçmişten gelen eğitim disiplinine önem verilerek, zaten halihazırda bir geleneği olan bu kurumlarda kaht-ı rical olmaması için türlü çalışmalar yapıldı.

Günümüzde bile hala bu gelenek kendini belli eder, toplum, biri orduya, tıbba ya da devlete "kapak attı" mı onun hayatının kurtulduğuna kanidir. Peki bu alanların eğitimi nasıldır?

Bu üç alanın da eğitimindeki ortak özellik, eğitimin öğrencinin keyfine bırakılmaması, adeta öğrenciyi dizayn edici olmasıdır (hala da öyledir). Öğrencilik sırasında bu grupların üyeleri her ne kadar şikayet etse de, ilerki yıllarda meslek ve özel hayatlarında faydalarını an-be an gördüler, görmekteler. Bu eğitim, öğrenciyi disiplinli bir şekilde bilgiyle donatırken, yine aynı disiplinle onu dizayn ediyor, hayata karşı bir tecrübe kazanmasını, görgü sahibi olmasını öngörüyordu.

Ancak, Anadolu topraklarının içinde sanat eğitimi, böyle bir miras devralmadı; bu tür bir gelenek ile beslenmedi. onun gelişimi çok daha farklı, ve biraz da estek köstek, oldu.

Tiyatro alanında, Cumhuriyet sonrası, devşirme usulünün bir yansıması kabilinden, Carl Ebert ile yapılan eğitim çalışmalarının, bir şekilde bu genç cumhuriyetin tiyatro jenerasyonuna nüfuz etmesi gerekiyordu. Ancak bir yandan da, yeni kurulan bu cumhuriyetin millete sanatsal atılımının üretilerini hızla göstermesi lazımdı. Bu, iki şeyin aynı anda becerilmesi demekti ve zorlu bir işti. Bir şeylerin, haydi feda demeyelim de, belki ihmal edilmesi gerekiyordu.

İhmal edilen taraf eğitim oldu ve bir tiyatro eğitimi sistematiği yerine, usta-çırak ilişkisine dayanan ve kendi "efsanelerini" yaratan bir söyleme dayalı tiyatro eğitimi yönelimi doğal olarak ortaya çıkmış oldu. Bir eğitim sistematiğine sahip olmayan hocalar ve "usta"lar, çıraklık yönelimini parlatarak, yazısız ama sözlü kuralları nesilden nesile aktarma yolunu seçtiler.

Günümüzde dahi hala akredite edilememiş bir meslek yaşantımızın olması, hala eğitmenlerin sahada, sahadakilerin de eğitimde yer almadığı bir konservatuar eğitimine sahip olmamız; at izinin it izine karıştığı, adına sistematiği bırak, sistemli bile denemeyecek ancak birkaç bölüm başkanının "olmazsa olmaz" lığına bağlı bir tiyatro eğitimimizin olması, işte bu şartların komplikasyonudur.

Sanat eğitimi, tabiatı itibarıyla dizayn edici bir eğitimdir ve öyle olması gerekir. Hangi ellerin öğrencileri dizayn edeceği ya da o ellerin yetkinliği elbette tartışılabilir, ancak mevcut sistemde hangi saiklerle eğitmen alınmakta ya da hangi saiklerle öğrenci yetiştirilmektedir, bunun bir cevabının verilmesi gerekir.

Türkiye'de tiyatroyu tartışan çevrelerin, neredeyse, birçok kifayetsiz isme terkedilmiş konservatuarları, kursları ve eğitim alanları ile ilgili hiç konuşmaması son derece saçma bir durum. Önce konuşulması gereken, tiyatro eğitimidir. Tiyatroyu tiyatro bölümlerinden mezun olanlar oluştururken bunun konuşulmaması komedidir.

Tiyatro, oyunculuk bağlamında, yönetimleri ve patronları bağlamında bir kaht-ı rical yaşıyor. Önce bir bunu koyalım ortaya, sebeplerini tartışalım.

Koray Onur


Hiç yorum yok: